Kiralık Aşk
merhaba,
gamze yorumun yine ince, naif ve çok güzel..
ömer'e kızgın periler :) ben bir türlü iki aşığa da kızamıyorum, defne ile ilgili hepimiz çok daha kolay empati yapıyoruz, bu biraz da kadın olmamızdan kaynaklanıyor sanki! aşağıda 50. bölümün son ömer- defne konuşmasını yazılı olarak tekrar gözden geçirdim, size de aktarmak istedim. ve keşke defne hiç olmazsa dede hakkındaki düşüncelerini ömerle daha önce konuşup tartışsaymış, ömer için çok önemli olan bu konuyu o özel günde ömer'e emrivaki yaparak dayatmasaymış, empatiyi ömer için yaparsak, defne de ömeri tanımamış, önemsememiş, ona saygısızlık yapmış olmuyor mu? (ömerin gözünden bakarsak)
bu konuşmanın sonucu yüzük atmak olmamalıydı, ama defne'nin de kamburu olan sır nedeniyle her konuda ve olayda ömere yalan söylemek zorunda kalması ve ömerin bunu daha sonra görmesi, veya kendi sorunlarına dahil etmemesi (ömer kendi sorunlarında defnenin görüşünü almış ve önemsemiştir) ömeri (kendince) haklı noktaya getiriyor. defnenin acilen bu saçma sapan sırdan kurtulması gerekiyor,
bu güzel aşıklar birbirini süründürmesinler, güven aşkın kamçısı olmalı, her ikisinin de birbirlerine olan güveni sarsıldı, onu sağlamlaştırmalılar, özellikle defne içtenliğini ve aşkını gölgeleyen sırrın esiri olmaktan kurtulmalı, ya söyleyerek bitirmeli, ya da kafasında önemsizleştirmeli, etkisizleştirmeli, aşk kazanacak, kazanmasına da, kazanana kadar biz ne hale geliyoruz, acemi duy bu sesleri :)
"var mıdır aşka eğilmiyecek ama
böyledir kişioğlu, yitirince yanar…"
alfred de musset
d: hoşgeldin, seni burda bekleyim dedim
ö: iyi yaptın
d: konuşmak için seni çok aradım, şükrü abinin evinr de gittim, hiç bir şey söylemedi.
ö: söylemez
d: bak kaçmak istemeni gerçekten anlıyorum, ama o gün seni öyle bırakınca gerçekten çok kötü oldum. konuşmasak da görmek istedim işte.
ö: defne böyle olması daha iyi oldu, yani ben bi kafamı topladım, düşündüm, biraz sakinleştim, ama en önemlisi ben ben bi şey fark ettim,
d: ne fark ettin?
ö: defne bizim aramız hep aynı sebepten açılıyor, yani sanki dönüp dolaşıp hep aynı yere takılıyoruz, ama her zaman.
d: evet işte..
ö: evet işte ne?
d: öyle oluyor, haklısın
ö: neden peki, yani neden sürekli yanlış yerlerde geziniyorsun? yani sanki bile bile benim bam telime basıyorsun.
d: hayır, aslında öyle değil,
ö: gerçekten değil mi? defne gerçekten mi? bi düşün, biraz düşünüp bana öyle cevap ver nolur.
d: tamam, evet, uzaktan bakılınca öyle görünüyor, haklısın. ama ben de kendimce haklıyım, zaten sorun da bu, iki tane birbirini seven insanın aynı anda haklı olması.
ö: iki insan aynı anda haklı olamaz defne, bu mümkün değil, haklı görürler kendilerini, o kadar.
d: bak bu dedenin meselesi, yani neriman hanım o kadar çok ısrar etti ki
ö: gerçekten mi defne? yine suçu başkalarına mı atacaksın? yani sen mağdursun, onlar suçlu, aynı yerdeyiz öyle mi?
d: dinleyecek misin?
ö: defne ben sürekli aynı şeyleri dinlemekten çok sıkıldım, "yapmak zorundaydım, elimden başka bi şey gelmedi", neden, neden sürekli başka insanların laflarıyla kendini yönlendiriyorsun ki, hayır "ömer buna çok kızar" demek çok mu zor. ne bileyim, "ben bunu yapamam, bana bu doğru gelmiyor" demek çok mu zor? sen benim ne kadar kızdığımı bile bile dedemle karşılaştırdın, farkında mısın?
d: belkide inadının kırılması gerektiğini düşündüm birazcık, bu kadar, olamaz mı? ömer yıllar geçmiş, adam deli gibi pişman, sadece, sadece senin mutlu gününde yanında olmak istiyor, yani o kadar,
ö: zor günümde yanımda mıydı ha? hak ediyor mu sence bunu?
d: belki de evet! belki hep yanındaydı, senin haberin yoktu.
ö: saçmalıyorsun iyice.
d: ömer niye bu kadar kaskatısın, birazcık olsun şu inadın kırılmaz mı senin ya? bak bu kadar insan siz barışın diye kırk tane takla atıyor. ne var ya bir adım da sen atsan.
ö: adım atmayacağımı biliyordun sen defne, basbayağı biliyordun, değil mi? şimdi karşıma geçip yanlış yerde duran benmişim gibi konuşman doğru mu?
d: ben yaptığımın doğru olduğunu savunmuyorum, ama seninde niyetimin kötü olmadığını bilmen lazım.
ö: işte ben bilemiyorum ki, ben artık bilemiyorum, defne bana asla yanlış yapmaz, her zaman benim iyiliğimi düşünür, ben ditemiyorum yani, biz bu şekilde nasıl yürüyeceğiz? hep bir adım öncesini kontrol ederek, korkarak, tedirginlikle, yani ben her defasında, defne acaba bu sefer neye mecbur kaldı diye düşünmek zorunda mıyım? söyler misin bana bunu.
d: böyle mi düşünüyorsun?
ö: nasıl düşüneyim? sen söyle "bi bildiği vardır"mı diyim! ne? se beni yıllar sonra dedemle karşılaştırdın, hem de seni istemeye geldiğim gün, ben nasıl düşüneyim?
d: bana hala güvenemiyorsun.
ö: yapma şimdi
d: inanmıyorsun da, sanki canını ben bilerek acıtmışım gibi
ö: ben hiçbir şey düşünemiyorum artık, aklım buz gibi oldu, yani bu basiretsizlik, ya da bilmiyorum yani başka bir şey, ama benim için çok, çok ciddi, hem de çok
d: tamam, peki, madem bu kadar ciddi sorunlar var, biz de bu kadar ciddi adım atmayalım. atmamalıyız belki de
ö: belki de
d: net değilsin çünkü, güvenemiyorsun, ne yapıyoruz biz ömer? nereye gidiyoruz biz?
ö: gitmiyoruz, gidemiyoruz defne, yani, bu şekilde olamıyor bir türlü yani, zaten bence
d: sence ne?
ö: defne ben emin değilim, yani bu şekilde yürümek istediğimden, ben dağıldım, karmakarışığım, bi kafamızı bi netleyelim, bi durup, bi durup bi düşünelim. bir süre uzak kalalım birbirimizden. yani şu an için en doğrusu bu.
d: uzak kalalım,
d: uzak kalalım, peki
sevgiler,
al yazmalım