Kiralık Aşk - merhaba, " aynı nehirde iki kez yıkanılmaz "

Kiralık Aşk Kiralık Aşk
merhaba,

" aynı nehirde iki kez yıkanılmaz " diyor efes'li,bütün hüznüyle , tek gözünde bir damla yaşla anlatan filozof herakleitos.
güneşin, ayın, yıldızların altında dans edip toprak ana'nın insanoğluna ne söylediğini dinleyen kızılderiler ise " geçmişe sahip değilsin çünkü geçti gitti, geleceğe sahip değilsin çünkü henüz gelmedi, sahip olduğun tek şey var o da şu an" diyorlar. farklı zamanlardan ve yerlerden söylenen aynı sözün bize bir şey anlatmak istediği aşikar. bu felsefi bilgileri vermek de her filozofun bir köşede kendi dünyasının içinde, bilgiyle, merakla doyurulmayı bekleyen çocuğu gibi en çok çocuk ruhlu koriş'e yakışırdı.

sevgi, sevmekle ilgili filmleri hatırladığımda mutlaka içinde robin williams'a rastlarım. kötü adam olmanın kendisine hiç yakışmadığı ve üzerinde eğreti duran, küçüklüğümün peter pan'ı, patch adams'ı, lise döneminin "ölü ozanlar derneği"nin bay keating'ı, " can dostum"un doktor sean'ı ve sayılamayacak kadar iyi karakteri canlandırmış, yüzünün güzelliğiyle kendisinin de bu karakterlerden biri ya da bütünü olduğuna inandığım, öldüğünde amcamı ya da benim bütün çocukluk ve gençlik anılarımı hatırlayıp bana anlatan bir akrabamı kaybetmiş gibi günlerce ağladığım değerli insan. toprağı bol, ruhu huzur içinde olsun...

"ölü ozanlar derneği"nde, aşırı disiplin altında eğitim gören öğrencilerin, anne ve babalarının ya da hocalarının zorla yaptırmak istediklerini değil kendi istedikleri ve gelecekle ilgili arzuları, hayallerinin ve kalpten istediklerinin peşinden gitmeleri, yaptıkları seçim ve verdikleri karar ne olursa olsun bundan pişmanlık duymamaları gerektiği anlatılır.

sıradışı uygulamaları olan edebiyat öğretmeni bay keating bizim dizimizde de " önemli olan, hayatınızın içindeki yıllar değil, yıllarınızın içindeki hayattır." diyerek kendisinden alıntı yapılan abraham lincoln'a , walt whitman'ın yazdığı şiir olan " o captain my captain " şiirini okur ve hatta öğrencileri de kendisine bu şekilde hitap etmesi için cesaretlendirir.

bay keating'in de aynı okulda okuduğunu öğrenen gençler keating ve arkadaşlarının kurduğu ölü ozanlar derneğini ve keating'e ait defterde yazan " carpe diem"i keşfederler. "carpe diem"! bu sözün söylendiği en güzel yerdir bana göre " ölü ozanlar derneği". " seize the day" günü yakala, anı yaşa demektir.

ne olabilir peki anı yaşamak? bana göre "kendini bil"mek ve "anı yaşa"mak , çok da birbirinden bağımsız değil.

aynı nehirde iki kez yıkanılmaz. ilkinde yıkandığın sen, nehirde akan su, suyun altındaki taş, o anki hava koşulları ve aklıma gelmeyen bir çok ayrıntıyı ikinci kez aynı noktadan aynı nehire girdiğinde bulamazsın. değişim hayatın gerçeği ve bilimsel kuralı.

anı yaşamak deyince herkesin aklına ilk olarak "bir daha mı geleceğiz dünyaya? " diyerek hedonistçe yemek, içmek,vur patlasın çal oynasın eğlenmek ve önüne gelenle beraber olmak gelebilir.

bu noktada doğru ya da hakikat diye bir şey yok. neye inanıyorsan öyle yaşayacaksın ve yaşadıklarının sorumluluğunu alacaksın. almaya gönüllü olmasan da merak etme sistem sana yaptıklarının karşılığını verecektir. ben bu kişi olarak insanlık kurulduğundan beri yazılmış söylenmiş binlerce yıllık bilgilere "bilimsel "değil diye surat çevirip görmezden gelemem. kimim ve neyim ki ben yaşanmış, denenmiş, yazılmış insanlık tarihindeki hatalar karşısında hangi güçlülüğümün ve aklımın kibirimin arkasına saklanacak ? tolstoy'un dediği gibi bir ömür bütün hataları yapacak kadar uzun değil , başkalarının
tecrübelerine de kulak vermek gerekir. keşke insan olmanın gerektirdiği erdemleri ve sorumluluğunu unutmadan, kimsenin hakkını yemeden ama kimse için de kendimizi feda etmeden, cesurca ve istikrarlı olarak hayallerimizin ya da onsuz yaşayamam dediğimiz isteklerin peşinden gidebilsek.

ne istediğini bilmemek ise ayrı bir lanettir.
başlangıç olarak ne istemediğini anlasan ve bilsen bile, derinlerde tam olarak ne istediğini bilmek ve bunu neden istediğini keşfetmek için öncelikle kendini iyi tanıman, bilmen buna paralel olarak da hayatın ve insanların neye benzediğini bilmek gerekir.


meltem adında bir iş arkadaşım vardı. 1,5 yıl önce kaybettik. tam bir kadındı, herşeyiyle. her sabah fönlü saçları, üzerine yakıştırdığı kıyafetleri, takıları, makyajı kapıdan içeri girer girmez gün ışığı gibi parlar, kahkahaları bugüne kadar hiç dert görmemiş gibiydi. mükemmeliyetçi bir insan olarak yaptığı pastaları, salataları, mezeleri en ustası ancak yapabilirdi.
herşeye muhalif ben onu derinlemesine tanımadan içimden hep " yapma bebek, sahtesin sen, hayatın sahte, kocan da senin bu mükemmelliğin altında ezilmiştir, zavallı adam kesin bu yüzden boşadı seni derdim.

sonra bir gün eşimle ciddi bir tartışma yaşamıştık ve ben ne yapacağımı bilmezken şans eseri karşılaştık onunla koridorda ve bu kafasında hareli, ışık saçan kadını görünce bir ona baktım ve bir de kendime ve günaydın derken başladım ağlamaya. odasına götürdü ve zor sakinleştirdi beni. tanımadığım, samimi olmadığım ve aslında bu kadar özelimi bilmesini istemediğim bir iş arkadaşımdı neticede ama dayanılmaz bir şekilde benim sorunuma bakış açısına ihtiyacım vardı. dinledi ve başladı anlatmaya. babam benim kahramanımdı, her şeyin en doğrusunu bilen, söyleyendi. hastalık döneminde herşeyiyle ben ilgilendim, hastanelere getirdim götürdüm ve eşim o süreçte benden beklediği ilgiyi göremediğini defalarca söyledi ve bana "ne zaman evde bulabileceğim seni" demeye başladı. babam ve eşim arasında kalmaktan artık bunaldığım için arkadaşlarımın da beni " ne kadar anlayışsız bir kocan var " diye fişeklemeleriyle boşandık. şimdi sen " bırak bakalım artık bütün sorumluluğu almayı. bütün kararları sen verme, hatta fikrini söyle ve sen daha iyi bilirsin de. bilsen de söyleme. ona da erkek olma keyfini ver. tamam kocacım demekle ya da bunu bilmiyorum demekle neyin eksilir söyler misin? " dedi ve bana toplumsal cinsiyetle ilgili almam gereken dersi verdi. " haklısın, deneyeceğim " dedim. " peki sen boşandığına pişman oldun mu? " dedim. " of hem de nasıl " dedi. " insanlar o kadar adi ki biz evliyken kocalarını mükemmel olarak anlatan arkadaşlarımın hepsi biz boşandıktan sonra kocalarının türlü türlü huylarını anlattılar. benim kocamın attığı tırnak olamayacak adamlarla evli olanlar o dönemde gelip bana boşa bu adamı dediler" . " meltem nolur barışın belli ki çok acı çekiyorsun lütfen affet onu " dedim. " şu an bana gel dese 5 dakika durur muyum sence ? " dedi. temmuz ayında apandisit diye gittiği hastaneden aralık ayında... hastalık sürecinde haberi alan kocası ve meltem yeniden evlendiler. nikah fotoğraflarında meltem çok mutluydu. geride koridorda yürürken ayakkabısının tık tık sesi, havalanan saçları ve burnumda kalan chanel no:5 kokusu bırakarak...

en çok yapabilecekken yapmadıkları yıkıyor insanı. otobüs kalkmadan bir daha sarılsaydım keşke babama, balkonda bir fincan kahve daha içseydim annemle, yatağın üstünde biraz daha gıdıklasaydım erkek kardeşimi, biraz daha çekseydim ciğerlerime oğlumun bebekliğinin kokusunu... ne yaşayacaksan ve ne yapacaksan pişman olmadan yap.

“vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!" defne ve ömer'in masumiyetlerini onaylatmak için kimsenin imzasına ihtiyaçları yoktu. onlar birbirlerinden başka kimseye söz vermemişlerdi. hep tertemiz, hep masallardakine inandığınız gibi...

hayal kurmak tutsaklıktan kaçışsa, "ol" mayı başarmak kahramanlıktır. cesaret veren hocalara... o captain my captain!

teşekkür ederim ve sevgilerimle...

chili

Oy Ver

4.9
Berbat Sıkıcı Ehh işte Güzel Harika
Sıkıcı

Yorum Yaz

Yorumlar

Yorum Yaz

:: Test ::
:: Yarışma ::
:: Anket ::
:: Günlük Diziler ::
:: Dizi Rehberi ::

reklam veriletişim • © 2025 YazarOkur Dizi.