merhabalar ka dostları,
gidiş yolunu en iyi dönenler bilir...
bilenler de dönmez ama...
demiş özdemir asaf. gidiş yolunu bilmiyoruz ama döndü ömer. gitmek gibi dönmekte zor olsa gerek. dönmese, terasın duvarında atlama isteğiyle oturmak da kolay olmasa gerek. gerçi gördük aşağıda bir paravan vardı ama😉 defneyle konuşmak da, her ne kadar hazır olsada zor olsa gerek.aslında konuşulması gereken o kadar şey varken susmak ve karşındakinin seni dinleyeceği günün gelmesini beklemek de kolay olmasa gerek. defne için dinlemek de zor olsa gerek, terk edildiği için. seyirci için de beklemek zor. burada gerek demiyorum çünkü görüyoruz hayal kırıklığı hakim. senarist için bu kadar acının üzerine, o beklediğimiz sahneleri yazmak da zor olsa gerek. biz arada yaşananları bilmiyoruz, o biliyor yaşananları.. inanmadığı bir şeyi de yazamayacağını düşünüyorum şu aşamada.
"çok şey vardı konuşulacak.
o yüzden sustum.
birini söylesem diğeri yarım kalacaktı.
sen duydun mu sustuklarımı?"
oğuz atay
ben duydum sustuklarını. belki de o yüzden memnun kaldım bölümden arkadaşlarımın çoğunluğunun aksine. bu noktada konuşmaktan fazlası lazım. evet yazar burada, görüş alanımızın altından, üstünden, dışından sesleniyor bize. belki de o ters geliyor bazılarımıza. realizm arıyoruz. ben daha çok sürrealizmle bağdaştırıyorum diziyi. yani olaylar, toplumsal gerçekler karşısında bir bakış açısı oluşturmuş acemi ,toplumun değer yargılarına göre değil, kendi perspektifinden olayları ele alıyor. sürrealizm yani gerçeküstücülük, edebiyatımıza orhan veli kanık, oktay rıfat, melih cevdet andayla girmiş. garipler akımı.. edebiyatçı arkadaşlar konuyu daha iyi bilirler. baklava çalan çocuklar olayının geçen bölüm işlenmesi gibi. kapalı bir mekana girmek suç, bu toplumun değer yargılarıyla örtüşmez. ama yansıtmak istediği daha şefkatli olunmasıydı.
bu bölümde ki iddia meselesinde olduğu gibi. uç örnekler kullanarak , tartışma konusu yaratmak, sorgulatmak. bazı etik noktalara değinmek, belki düşündürmek, belki de aydınlatmak. dedenin defneye mirasını bırakması. ve bunu hiç sorgulamamız. bana göre böyle bir mirası kabul etmek de etik değil. adamın bir oğlu ve torunları var. bu tartışmalar hep olacak. çünkü hiçbiri görüş alanımızda değil. bunlar aceminin bilincinde şekillenmiş bakış açısı. koşulsuz güven konusunu işlerken, paradoks yaratmak. oldukça başarılı buluyorum.
ve pamirin okuduğu machiavelli' nin prens kitabı da önemli. özet olarak yazarın yaşadığı çoğu gerçek olan anılar ve analizlerinden yola çıkılarak yazılmış ve bayağı eleştiri almış. beyaz leblebi , nakkaş ve gülgün arkadaşlarım bir tablo analizi yapmışlardı. o tablo yok şu anda ömerin odasında. onunla örtüşen bir yanı olduğunu düşünüyorum. "bir hükümdar, hayvan gibi davranabilmeli, tuzakları sezmek için tilki ve kurtları korkutmak için de aslan olmalıdır." der kitap. yani aslan kendini tuzaklardan koruyamaz. tilki de kendini kurtlara karşı savunamaz. bu durumda kişi hem tilki, hem de aslan olmalıdır. burada ömerin yapamadığı gibi gözüken..
pamir ilginç bir tip. koray dan öğreniyoruz füzyon mutfağını seviyor.
füzyonun anlamı erime, birleşme, birleştirme. bir arada olamayan iki farklı tekniği birleştirme. en basitinden tavuğun içine köri katıyorsunuz, hint-türk füzyonu oluyor. bir tür küresel mutfak oluşturma bu teknikle.
pamir konusunda, hala tedirgin değilim. bu diziye de renk getirdiğini düşünüyorum. iyi bir oyuncu. izlemek de sıkmıyor.
bu çiftin bazı şeyleri aşmış olması gerek. neticede etrafta her zaman başkaları olacak. izole bir ortamda yaşamıyor kimse. muhallebiciye gitmekten ötesini yaşadıklarını göz önüne alırsak, artık tanımaları gerek birbirlerini ve tepkilerini.
çünkü kişinin temel karakter özelliklerini belirleyen kişilik özellikleri değişmez. yani güneş burcu özellikleri. sadece yaşadığı yıllar içinde oluşan, dış dünyaya gösterdiği yüzü değişime uğrar. bu da yükselen burcu özellikleridir. dış dünyaya kendimizi tanıtma aracımızdır. defnenin, ömerin duvarlarının ötesinde iyi bir kalbi olduğunu görmesi gibi. ömerin senin yanında daha iyi bir sürüme dönüyorum demesi gibi. yani ömer, kızınca sinirlenince bağırır, defnenin kapısını açmadan yürür gider. bu huylar ara ara çıkar ortaya. aynı defne ninde yüzde yüz değişime uğramasının imkansız olması gibi.
çok farklı iki kişilik yaratmış acemi. birisinin beyninin sağ lobu kuvvetli, diğerinin sol lobu. einstein, sağ beyin kutsal bir armağan, sol beyin ise sadık bir hizmetçidir demiş. beynin sağ tarafı duyguların ve hayallerin etkisinde, sol beyin ise gerçekliğin. birde ön lobu var ki o da empati yapmaya yarıyor. hepimiz için ve çiftçimiz için gerekli olan.
ve bir sahneden çok etkilendim. sadri usta, elinde sefer tası yürüyor, yılların yüküne bir de isoyla konuşacak olmanın yükü eklenmiş. çekim de çok iyiydi. oyuncununda hakkını teslim etmek lazım. senelerce alın teriyle çalışmış, çabalamış, dürüst, işinde başarılı ama hala sefertasıyla işine giden ustayı bu kadar iyi canlandırdığı için , ayberk atilla'yı da ayakta alkışlıyorum. bana dokunan sahnelerden biriydi. senelerce verilen emek var. tıpkı ismail karagöz yani şükrü ağbi gibi. bunları da seyretmekten zevk alalım. gerçekten iyi oyuncular. ayşegül ün hikayesinin de farklı çıkacağını sanıyorum. bela mıknatısımısın oğlum. atma bu kadar güzel dostu bu cenderenin içine acemi diyorum.
cemal süreyya hayat kısa, kuşlar uçuyor demiş. ben buradayım burada olan arkadaşlarımla da daha çok konuşuruz bu konuları.
kanadalı, yay kadını, çiğdem, ato1968, ülker arkadaşlarıma da teşekkürler.
kübra arkadaşımda güzel bir analiz yapmış, ona da teşekkürler.
aynı fikri paylaşmadığım arkadaşlarımı da anlıyorum az bir sabır diyorum. kocalarınız gitse, bir sene sonra dönse boynuna mı atlıyacaksınız hanımlar, her şeyi unutup eskisi gibi bakabilmeniz ne kadar zaman alır? allah korusun diyorum benzetme için ve tahtaya vuruyorum içiniz rahat etsin.
görüşmek üzere, sevgiyle kalın, iyi hafta sonları...