Bilgisayar Versiyonunu Kullan!

Kiralık Aşk - uzun bir aradan sonra herkese merhaba! gelir gelmez çok yorgun

Kiralık Aşk
Kiralık Aşk

uzun bir aradan sonra herkese merhaba!
gelir gelmez çok yorgun olmama rağmen ilk olarak dizimizin son bölümünü izledim. sonrada platformda yazılanları okumaya başladım. okudum, anlamaya çalıştım. ya çok yorgun olduğumdan ya da hafta boyunca değerli yazılarınızı takip edemediğimden biraz endişelendim, hatta korktum.
gözlerimin gördüğü siyah ya da beyazdı. kulağıma gelen titreşimlerin frekansı yüksek ya da alçaktı. kokular; ya gül kokusu ya da karanfil… dokunduğumda hissettiğim setlik ya da yumuşaklık vardı. aldığım tat acıydı, yandım bazısı ise çok tatlıydı yine yandım. hayat aslında, beni taşı derken çok basit bir denklem ile sunulmuşken nasıl oluyordu da aynı siyah bazılarımıza sonsuzluğu, bazılarımıza korkuyu hissettiriyordu. ya gül kokusu, aynı yere bakan bizlerin bazılarına gül bahçesini, diğerlerine canımızı yakan güllerin yalnızca dikenlerini hatırlatıyordu. renk olmak güzel farklı renk olmak daha güzel ama önemli olan renk olduğumuzu unutmamaktır.
mutlu olmak değimidir, hepimizin ortak amacı bütüne varmak gerekmez mi öncelikle kendi bütünlüğümüzden koparak. kendi küllerinden yeniden doğmak için, önce ölmek gerekmez mi? mutluluğa ulaşmak için önce hücrelerimizin her birinde hissetmemiz gerekmez mi? ama ölümü de kabul ederek. tabi en önemlisi aldığımız ve verdiğimiz tüm nefeslerin burada birlikte paylaştığımız her anın kıymetini bilmek değil mi? dizinin kıymetini verebilmek…
yaşamımızın en sakin durağında bekliyorduk. rutine ulaşmış ya da ulaşmak üzere yaşamın tam ortasında.. birbirimizi tanımıyorduk, tanışmıyorduk. hepimizin yüreğinde binlerce hayal ve yaşanmışlıklar şiddetli yağan yağmur gibi dökülmekteydi. gönül yorgunluklarımızla kalabalıktan arınarak buluşturdu bizi “kiralık aşk”.
ömer ve defne’nin aşkını defne’nin mucizesini seyretmiyor muyduk? suyun üstünde olanları değil, derinliklerimizde olanları yukarı çekerek, parçaları tercüme edip bütünü anlamaya çalışarak. evet bazen unutuyor insan, kendisine sunulmuş hayatı kusursuz şekillendirebiliyor ya da şekillendirmiş gibi her şeyin kusursuz olmasını bekleyerek. niyetimiz yolun sonu değil “yolda olmak” ise…
birçok hikâye biliriz. hayat eşitlikle değil, âmâ denge ile adaletini sağlar. dengeyi verdikleri değil, vermedikleri sağlar. herkes hayatta; onarmayı yeniden örmeyi ve ekskliği ile yanlışı ile savaşmayı baş etmeyi ve tabi baş edemediği anda kabul etmeyi öğrenir. hayatın içinde herkes için sahip olamadığı bir duvar vardır. bu duvar “adilliği” temsil eder. bizim dizimizde her şeyin mükemmel olmasını beklemek doğru mudur? acaba
ne leyla ile mecnun ne kerem ile aslı ne ferhat ile şirin benim en büyük aşk hikâyem güneş ile ay’dır. buyurun çok bilinen bu hikâyeyi bir kez de benim kalbimden dinlemeye… lütfen okurken seyrettiğimiz aşklarına aşık olduğumuz defne ve ömer’i düşününüz..
galaksimizin oluşumunda ay diğer yıldızlardan farksız kendisi ışık veren ısıverenmiş. ancak bir müddet sonra güneş ile tanışmış ve için için yanmaya başlamış. günler geçtikçe ay’ın güneş’e olan aşkı büyümüş. artık ona daha yakın olmak istiyormuş. tüm çekim gücünü diğer yıldızlarla olan kaldırmış. tek bir amacı varmış. güneşin içine girmek onun yanında olmak.. yalnız çekim gücünü kaldırınca tabi atmosferi de kalkmış. atmosferi olmayan “ay” her geçen güz soğumaya başlamış. göktaşlarının saldırısına uğramış. paramparça olmaya başlayınca yüzünü gizlemek için sırtını dünyaya dönmüş. tüm yaptığı fedakarlığın amacını anlayan güneş imdadına yetişmiş. kendi ısısı ve ışığını yansıtmış ay’a… dünya’dan bakanlar onların hiçbir zaman yan yana göremedikleri için üzülmüşler. bir arada oldukları çok kısa zamanların aşk için yeterli olmadığına kanaat etmişler. hikâyeleri burada bitti gibi görünse de tabi bitmemiş.(şimdi bizim dizimizin bitmemesi için ne/neler yapıla bilinir bunu düşünmemiz gerekmez mi? eğer amaç üzüm yemekse…)
ay karanlığa gömülünce dünya da gece ve gündüz olmaya başlamış. onların yaşadığı aşk sayesinde… gündüzü güneş geceyi ise ay ifade eder olmuş. güneş çok acılar çekmiş. gece ise, sevgisinin anlamını aşkına borçluymuş. biri varken diğeri yokmuş. sonunda bir gün karşılaşmışlar. o gün ikisi de uyuyamamış. gece gündüze tekrar ulaşmak için daha uzun olmaya, gündüz ise gecesine ulaşmak için daha kısa olmaya çalışmış. onlar belki az kavuşabilmiş. ama aşkları sonsuza kadar devam edecekmiş…
yazımı shakespeare’in “eğer müzik aşkın gıdasıysa durmadan çalınız” dizeleri ile bitirmek istiyorum. ve diyorum ki … kendimi bir senfoni orkestrasının ortasında hissediyorum. müzikleri yapan çalgılar; kemanlar, vurmalı çalgılar, çellolar, trompetler, trombonlar, klarnetler, flütler, obua, kontra fagot, tuba, kontrbaslar, korongle, arp hepsi burada yazıları ve senaryoları ile can veren arkadaşlar…
yanlış çıkan sesler ise kulağımıza hiç kötü gelmesin. bu kadar büyük bir orkestranın olmazsa olmazı diyelim ve o sesleri güzel seslerimizle bastıralım. eminim o seslerde güzel seslerle kendilerini bulacaktır.

uzun oldu, sanırım özlem bunu yaptıran okuyan okumayan herkese şimdiden teşekkürler.

sevgiler saygılar,
aşka inanan kalpler…

Paylaş


Oy Ver

7

Yorum Yaz


Giriş Yap Üye Ol

Yorumlar

Yorum Yaz


Giriş Yap Üye Ol
reklam veriletişim • © 2025 YazarOkur Dizi