Bilgisayar Versiyonunu Kullan!

Kiralık Aşk - 12. bölümün tekrarı ile devam ediyoruz kiralik aşk

Kiralık Aşk
Kiralık Aşk

12. bölümün tekrarı ile devam ediyoruz

kiralik aşk defne’nin yolu bölüm 12

(defne ve erol masada oturmuşlardır, koray girer)

koray: erol’cuğum aşk olsun hayatım, çok kırıldım sana. bana koriş’ine bunu mu reva gördün. hayır, sala, kabul etmiyorum bunu

erol: neyi kabul etmiyorsun koray?

koray: odayı tab ki, neyi olucak. niye bana boğaz manzaralı oda vermedin? ben ne yapıyım, börtü böceği ayol. boğaza bakması lazım benim camlarrımın. balkona çıkıp, karşısında kahvemi içemem lazım

erol (bezgin): paris’te boğaz yok koray

koray: hııı, yok mu? ay mahcup oldum şimdi. neyse ama şekerim evin güzel bak allah için. şu avize, şu şamdanlar, ayy bakıyım ne proseleni kız bunalr, kıymetli mi?

bir de bak, hayatım duvarlar biraz fakir kalmış. bu duvarlara şöyle bordo tonlarında iep kaplasak, tam şuraya da büyük bir altın varaklı ayna koysak, yerken ordan kendimi seyrederim ben.

hiç üzülme erol’cuğum. koriş’in burda, her şeyi hallederim ben, evi baştan aşağı dekore ederim. ayyy, çok heyecanlandım şimdi, çok güzel olucak di mi?

erol (yaım ağız) tabi koray tabi. hadi otur da servise başlasınlar artık.
(genç bir uşak servis yapmaya başlar, koray dikkatle adamı szüer, sonra yemeğine odaklanır)
(biraz sonra)

koray: kuru kız, bana baksana sen, kocan nasıl izin verdi sen tek başlarına paris’lere gelemene? gitme demedi mi, özlerim demedi mi, ay dayanama hasretine demedi mi?

defne: koray bey ya, ne biçim konuşuyorsunuz, kocan, moca, rica ederim, şütfen

koray: (bağırır) bana reca edemezsin sen!
ay, pardon sesim kaçtı birden. hem ne var bunda. bugüne bugün kocan sayılırım şekerim. kaç haftadır adamın evinde yaşadığını bilmiyor muyum, hı hı hı…
hıh, çöktün adamın evine çıkmıyorsun

erol (şaşkınlıkla bir kaşını kaldırıp defne’ye bakar)

defne (ne diyeceğini şaşırmıştır, telaşla): yok yani erol bey öyle değil. vallahi, yani iş için işet… biz öyle arkadaş gibi, off yok o da olmadı, yani düşündüğünüz gibi değil, ı ıh.

koray: pabucuma anlat sen onu. bana bak, yoksa yediniz mi siz yoksa o elmayı? ha, yediyseniz söyle bak, ne var canım bunda utanacak, herkesçikler yiyor, siz de yeseniz ne olur. ay bi ben yiyemedim şu elmayı. elmalara gel e mi kazulet senarist.

defne: yok koray bey, ne elması ne yemesi, yemedik valla bir şey. (duramaz konuşmaya devam eder) şükrü abi sağ olsun, özellikle sıkı sıkı tembih ettim. bak dedim, ömer dedim, yerli elma sevmez, illa herkesten bir farklı olacak kırmızı elma sevmez, dedim. git en yeşilinden şöyle bir granny smith al, kutuya koy, götür, dedim. sanki ben öyle dememişim…şükrü abi, “yok o saatte , o trafikte dolanıp yeşil elma mı aranırmış, hazır sefer tasında karısının koyduğu mis gibi amasya elması da varmışmış, koyversinmiş gitsinmiş”, falan, filan…sen götür kırmızı elmayı, koy önüne adamın. hayır, ömer bu, hemen bana mesaj attı: “?” ben de ne biliyim ne olduğunu. “tamamdır, o iş bende” manasında cevap yazdım “!” adam iyice köpürmüş, sen beni hiç anlamıyorsun, biz çok ayrı dünyaların insanlarıyız diye, almış elmayı eve gelmiş tam başıma çalacak, yine camı çerçeveyi indirecek…allah’tan sadri usta geldi de sakinleştirdi biraz, küçük bir iki çizikle kurtardık bu sefer, kan çıkmadı.

koray: ay üzülme hayatım, üzülme, gençsiniz, önünüde ne bölümler var, daha ne elmalar yersiniz.
(uşağa döner): ay yemek dedim de, sebastian, orda öyle dikilip durmsana. boşları götür, doluları getir, çabuk ol biraz, hadi…

erol: koray, adı sebastian değil, andre. ayrıca türkçe bilmez. ben söylerim istediğin bir şey varsa (döner andre ile fransızca konuşur)

koray: aman ben onu sebastian olarak kodladım kafamda, öyle çağırırm. demek türkçe bilmiyor. yazık, paris’in köyünden mi bu, niye bu kadara cahil?

erol (gülerek başını sallar, yemeye devam eder)

***birkaç dakika sonra
erol: koray, sen ne kadar kalacaksın paris’te?

koray: sonsuza kadar, hi hi hi…
ay, ne güzel olur di mi hayatım, senlen ikimiz baş başa paris’te. bu kuru kızı göndeririz ama geri, yanımıza yakışmaz o bizim. hem kocası da özler, ha ha ha
(defne’nin boğazına su kaçar, öksürür)
koray (devam eder): aslında ben paris’e çok yakışırım, en çok ben yakışırım. şöyle bir de asalet ünvanım olsaydı “marki köri dö sarge”, ay ne fiyakalı olurdum di mi erol’cum?
gerçi, benim rahmetli babam da az asil değilmiş. büyük büyük büyük dedem “hibrit paşa”, sarayda padişah 2. mi 3. mü ne –sanatçı ruhum, sayıları aklımda tutamıyorum- abdulmuttalib’in ibrikçi başıymış. babacığım hep anlatırdı bize, ona da tabi kuşaktan kuşağa anlatılmış. bizim aile öyle canım. kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa, kucaktan kucağa… hi hi hi. ha ne diyordum, işte anlatırdı böyle babacığım: padişah abdest alırken ibriği sağdan mı tutmak gerekir soldan mı, suyu ne kadar yüksekten dökmek gerekir, suyun sıcaklığı kaç derece olmalı, sonra padişah ellerini yıkarken yüzüklerini nereye çıkarıp koyar? bunlar çok önemli bilgiler, tarihini bilmeyen nesil ne olurdu, onu da söylemişti babacığım, bi dakka…

aman neyse, bak ne diycem, hazır gelmişken sen beni bir kraliçeye götürsen, bana buralardan bir asalet ünvanı verse. marqi olmazsa, kont da olumlu, o da yeter şimdilik.

erol: fransa’da kraliçe yok koray.

koray: kraliçe yok mu, nasıl yok, nereye gitmiş? ayy, yoksa elizabeth’i ziyarete mi gitti? piiis, sevimsiz elizabeth, ihtiyar cadı, geberemedi gitti, gün yüzü göstermedi benim piremsesim, diana’ma. yerden bitme, mum bacaklı miki, huysuz kocakarı!

aman, neyse canım, gittiyse biz de gideriz, gelmişken ikisini birden ziyaret etmiş olurum. hem gitmezsem eliş gönül koyar bana. koskoca koray sargın ayağımızın dibindeki fransa’ya kadar gelmiş de bizi ziyarete gelmemiş der. nota gönderirler postayla bize. diplomatik kriz çıkar, 13. dünya savaşı çıkar, ay kızları da alırlar askere!

erol: koray, yeter bir dur, bir vites küçült, takip edemiyorum seni. bak şimdi, saatlerimizi ayarlayalım, tam 10 dakika hiç konuşmadan oturursan, sana bir ödül veririm, tamam mı?

koray: ödül mü, bayılırım ödüllere, bütün ödülleri ben alırım, hep ben alırım, en çok ben alırım…

erol: süre başladı koray, şimdi sus.

koray (yarım ağızla): tamam tamam, sevimsiz tatlı şey, sustum işte. (içkisini yudumlar)
***
(gece ilerler, defne ve koray içtikleri şarabın etkisiyle iyice çakırkeyif olmuş, birlikte şarkılar söylemeye başlamıştır. erol ise gayet cool, keyifle ikisini izlemekte, arada masanın üstünde eliyle tıkırdayarak tempo tutmaktadır. skkn: bir beş dakika böyle oyalarız seyirciyi, bunu düşündüğüm iyi oldu)

defne: ay, biz ne güzel olduk böyle koray bey. sizin muhabbetiniz de pek tatlıymış valla. gelin öpücem (uzanır, iki yanağından şapır şupur öper koray’ı.)

koray (şaşırır, elini yanağına götürür): kıııız, sen beni niye öpüyon, benden sana fayda yok, hı hı hı… ne de meraklıymışsın öpmelere, kocan gelsin de onu öpersin deli şey.

defne: elini çenesine yaslar, hülyalı hülyalı bakmaya başlar. off, gelse de öpsem…yarın gelicek ama, söz verdi bana.

koray: erol’cuğum, sen hiç katılmadın ama bize. kırılıyorum bak hayatım. her zaman göremezsin beni böyle, kıymetimi bil.

ero (ömer’in lafı açılınca bozulmuş, suratı asılmıştır): başka zaman koray. hem artık geç oldu, yarın defne için çok büyük bir gün olacak, dinlenmesi lazım. sen de uçakta yoruldun, çık güzellik uykuna yat hadi.

koray: ay, evet paris beni göz altımda halkalarla görmemeli, hemen gidiyorum ben, (masadan kalkar, gidecek gibi yapar hafif yalpalar, geri döner) kız kalksana, kime diyor büyük gün diye, daldın gittin nerelere, sansür koyucam senin rüyalarına vallahi.

erol (defne’ye fırsat vermeden cevap verir): defne’yi ben çıkartırım koray, biraz fazla kaçırdı galiba.

koray(bir defne’ye bir erol’a bakar, biraz duraklar ve sonra bugüne kadar dizimizde hiç olmayan mucizevi bir şey meydana gelir: koray’ın yüzünde ciddi bir ifade görürüz, sesi hala içkinin etkisinde olmakla birlikte hafif sertleşir): erol!…sen benim bu hayatta en sevdiğim dostumdun, hala da öylesin, ama…(defne’ye bakar, defne bu arada kafasını masanın üzerine koymuş, gözleri kapanmıştır) sakın ona zarar verme, dost demem, karşında beni bulursun.

erol (koray’ın tepkisine çok şaşırmıştır, duraksar): defne’yi bu kadar sevdiğini bilmiyordum, şaşırttın beni dostum! ama, endişelerin yersiz, benden defne’ye asla zarar gelmez, için rahat olsun.

koray(bir süre daha ikisini süzer, sonra bildiğimiz eski koriş geri gelir): hadi hayatım öptüüüüm, iyi geceler. sakın yarın bensiz kaçmaya çalışmayın, öldürürüm.
sebastiaaan, sebastian, nerdesin? hah, gel buraya, gel. elimi tut, odama çıkart beni. (andre’ye yaslanarak yürümeye ve konuşmaya devam eder) bana bak,sebastian, dilimizi anlamayacak kadar cahil olman senin suçun değil, iyi çocuğa benziyorsun aslında, yakışıklı da sayılırsın. bana iyi davranırsan, senin fotoğraflarını çeker meşhur ederim bak seni. kurtulursun bu fakir hayattan. hayır yani, ömür boyu erol’un donlarını mı yıkıycan, gel canım gel….(ve koray çıkar)

erol (defne’ye bakıp, içini çeker): ne yapıcam şimdi ben seninle su perisi? bak, bir şövalyen daha çıktı. neden herkes bana kötü kalpli kurt muamelesi yapıyor onu da anlamadım (kendi kendiyle alay edercesine bir kahkaha atar). inanır mısın, seyircilerden, beni nuri alço’ya benzetenler bile çıkmış. oysa, içkine ilaç falan katmadım işte. sen iki kadehte gittin, benim de hayaller güme gitti, hadi bakalım.
(kalkar, yavaşça defne’yi kucağına alır, taşımaya başlar, defne iyice kıvrılmış, kolarını erol’un boynuna dolamıştır. erol, merdivenlerden çıkıp, koridoru geçer, defne’nin odasına doğru ilerler. sknn: buraları ağır çekim yapalım, hatta muhtemel aşk çalsın. seyirci deföm’ün şarkısını defol’a çaldık diye çıldırsın, ha ha hayt)

(erol’un zorla kapıyı açtığını, ilerleyip defne’yi yatağa yatırmak için uzandığını görürüz. tam bırakmak üzereyken, defne gözlerini açar, gülümser, kollarını erol’un boynundan çekmek istemez. sknn: bu arada bir de defne’nin gözünden sahneyi çekelim, içkinin etkisiyle, kendini ömer’in kucağında sanmaktadır, karşısında ömer varmış gibi gülümser)

(erol, bir süre defne’nin gözlerinin içine bakar, onun hala kendisine gülümsediğini görünce, dayanamaz eğilip defne’yi öpmeye başlar. sknn: efendim burada rtük izin verdiği ölçüde ve de fransız örf adetlerine uygun şekilde öpüşürler. biz sahneyi defne’nin gözünden ömer’le defne öpüşüyormuş gibi görürüz)
(erol bir süre sonra başını kaldırır, defne’nin kollarını boynundan çözer)
defne (başını yastığa koyar, gözlerini kapatır, gülümseyerek, mırıldanır): ömer, gitme…! (ve uykuya dalar)

(erol’un birden yüz ifadesi değişir, çok sert ve acımasız bir bakışa dönüşür, sahne burda sona erer)
***
(erol’u bu sefer çalışma odasında telefonla konuşurken görürüz, yüzündeki sert ifadeyi korumaktadır. konuşurken, bir taraftan da elindeki bardaktan konyak yudumlamaktadır)

erol: evet, evet, tabi. biraz susup izin verirsen, ne istediğimi daha çabuk söylerim, sen de neyle ya da kimle meşgulsen ona dönersin.
- hayır, her şey yolunda.
- sana daha önce bahsettiğim konu.
- oyalayabilir misin?
- ne kadar olursa…
- nasıl yapacağını ben mi söyleyeceğim sana, bul bir şeyler
- olmamış de, yeniden yap de, uzat işte, nefes bile almasını istemiyorum tamam mı?
- ya da başka taktikler kullan, sana güveniyorum.
end of episode 12

Paylaş


Oy Ver

7

Yorum Yaz


Giriş Yap Üye Ol

Yorumlar

Yorum Yaz


Giriş Yap Üye Ol
reklam veriletişim • © 2025 YazarOkur Dizi