Bilgisayar Versiyonunu Kullan!

Kiralık Aşk - merhabalar, işte veya gündelik hayatta o kadar çok

Kiralık Aşk
Kiralık Aşk

merhabalar,

işte veya gündelik hayatta o kadar çok insanın gereksiz hırsına, kinine, temelinde hiç bir alt yapısı olamayacak kaprisine, bencilliğine, vırvırına maruz kalıyoruz ki bazen hayattaki asıl amacımızı unutuyoruz.
bana göre sevgi, vicdan ve merhamet , şefkat için buradayız. fakat iş yerleri birer " mad men" olunca biz de bunları gerçekleştirmekte zorlanabiliyoruz.
sadece hissetmek için izliyorum bu diziyi yılların benden çok şey alıp götürdüğünü hatırlayarak. diziyle duygusal bağ kurulunca eleştirilerde de duygusal olarak kızılabilir, isyan edilebilir takip mesafesini kaybetmeden ara bile verilebilir. çünkü herkes kendine göre sever. yoksa yapılır her edebi,sosyolojik, pskolojik akıma göre yorumlar en kusur arayarak olanından, en acılısından ve kalpler kırılıp dökülerek ama bunu hiç istemedim. bu benim için keyif alma, unutma ve hatırlama yeri.

sevgili hipokrat bey ve arinna, kusursuz filmler çokça mevcut ama senelerce sürmüş dizilerde kusursuzunu henüz göremedim. ya da ben görmedim. en az diyebileceklerim "sherlock " ve " criminal minds " ; bağımlısı olduğunu kabul ettiğim house md, dexter, the mentalist, lie to me, nip tuck, mad men'de ise senaryo, çekim her türlü kusur var. bunların internet izleyici rating puanlarına ve sezon sayılarına bakarsanız herkesin duygusal bağ kuracağı en az bir dizi olduğunu görmek mümkün. yazdıklarınızdan sizlerin sevgi insanı olduğunuz anlaşılıyor ve farklı birer bakış açısı olarak sizi okumak güzeldi. kızın, biraz ara verin ama yine gelin ya da hep kalın hiç gitmeyin, lütfen.

defne ömer'in kapısını ağlayarak çaldığında gözlerim dolu dolu aklıma bukowski'nin "mavi kuş" şiiri geldi.

" kalbimde bir mavi kuş var
dışarı çıkmaya çalışan
ama ben daha güçlüyüm ondan,
diyorum ki, kal orda, izin vermeyeceğim
kimsenin görmesine
seni."

ev sevdiklerimizle birlikte olduğumuz yerdir. ev kalbimizin attığı yerdir. defne kalbinin attığı, yaşadığını ve var olduğunu hissettiği yerde, ömer'in evinde. " bir tuz tanesine eşitmiş aşkı bulma şansı" ve defne de ömer de bunu biliyorlar ,sadece özümsemelerine farklı engelleri var.
albertine kayıp'ı okuyan ömer için, annesinin yaptığı kurabiyelerin kokusunu ve tadını hatırladıktan sonra kendini duvarları ses geçirmez yaptırarak bir odaya kapatıp yüzlerce sayfalık " kayıp zamanın izinde"yi yazan proust gibi bir an gelecek defne'den kalan saç bandı, bilekliği, diş fırçasını görecek veya parfümünü hatırlayacak " hangisinin yarasının daha derin olduğunun" anlamı olmaksızın sadece defne olmak isteyecek.

güvenmemesine rağmen temkinli de olsa seven, defne'nin ve çevresindekilerin imalarını anlamayan odunsu ! kokulu ömer'in sevdiği yanındayken de italyanca olduğu için " bisklet hırsızları"nı seçeceğini düşünmüştüm ama metafor anlatmayı tercih edip " barton fink " dedi.

" barton fink "e 2 taraftan bakacağım: bize söylenen ve söylenmeyen. coen kardeşler, yan komşu adamın öylesine gelmesi , binada duvarların akıttığı şeylerin barton'un zihninin içi gibi oluşu, bir başkasının ayakkabılarını giymeden onun neyi, neden ve nasıl yaptığını ya da hissettiğini bilemememiz biz izleyicilere söylenen ve çarpılan metaforlar.

söylenilmeyenlerde ise çok kısa ve özet olarak geçeceğim, barton fink bir oyun yazarı, film senaristi. sıradan ve gündelik insanlarla ilgili yazdığı oyun new york'ta çok tutulunca hollywood, los angeles'a taşınıyor. earle otelde kalıyor. içerisi çok sıcak, sivrisinekli ve nemden duvar kağıtları dökülüyor. sıradan insanların hikayelerini anlatmak isteyen entelektüel barton, yan komşusu charlie "sana hikayeler anlatabilirim" dediğinde istemiyor ve dinlemiyor. kendisinden güreşle ilgili bir film yazması isteniyor. entelektüel olmasına karşın insanlar hakkında bildikleri yanlış olan (ünlü ve saygı duyduğu bir yazara danışmaya gittiğinde tanık oldukları )ve tanımak da istemeyen fink'in daktilo başında yazamayarak, yaratamayarak saatler geçirmesi ve sıcağın da etkisiyle tam bir cehennemdedir. film, barton'un senaryoyu tamamlayıp cehennemden cennete geçmesiyle biter. burada meriç hanım ilan etmiş yazma ve yaratma sürecinde sıkıntılar yaşadığını ama geçtiğini.

hep aynı içerik ve çatışmalara sahip olsa da dinlemekten sıkılınmayacak zamanı olmayan " peri masallarını" günümüze uyarlamak, kökünü geçmişten alıp dallarını şimdi ve gelecekte muhafaza etmek oldukça zor bir iş. teknoloji çağındayız iyi ya da kötü olarak.

nasıl ki harriet beecher stowe'a "tom amca'nın kulübesi " bu kadar mı sıkıcı yazılır bu kadar mı uzatılır diyemiyorsam; ya da virginia woolf'un önüne siper olup diğer kadınlara kıyasla çok şeyin var, evin bütün işini halleden yardımcıların, samimiyeti tartışılır dahi olsa mani dönemlerinde sana kol kanat geren kocan, hatta tüm yazın hayatını içinde geçirebileceğin " kendine ait bir oda"n bile var, n'olur yapma diyemiyorsam; ya da o dönemde bile özellikle "sarı duvar kağıtları " ile duygularını bu kadar samimi, yalın ve cesurca ifade ettiği için charlotte perkins gilman'a sarılıp, bana kattığı her şey için teşekkür edeceğim bir mektup yazamıyor ve herkesin çok beğendiği pastamdan bir dilim ikram etmek için buluşmayı dahi teklif edemiyorsam ama sizinle beraber paylaştığımız çağın getirdiği imkanları kullanarak size ulaşabilme ihtimalimiz varsa bundan neden faydalanmayalım meriç hanım ?

işinize karışan, akıl vermeye çalışan, ukalalık yapanı ve hikayenin gidişatını bozacak önerileri zaten ayırt ediyorsunuz ve kaale almıyorsunuzdur. açıkçası sizin oyunculuğunuzu biliyordum ama senaryo yazdığınızı bilmiyordum. özgür bırakıldığınızda arkanızda hatırlanacak işler yapmışsınız.

ömer'in annesi rolünde, yüzünde mahçup bir gülümsemeyle yere bakan bir eski zaman kadını gibi resminiz gözümün önüne geldi. her eser sanatçının çocuğudur. besler, büyütür ve çevreye bırakır, kuşlar gibi. hitchcock benzeri yaptığı filmde görünenler için onların yüksek egolu kişiler olduğunu değil de bu sahnenin daha iyisini yapamamaktaki endişe ve " esaretin bedeli " filmindeki yaşlı brooks'un intihar etmeden önceki notu " brooks buradaydı" gibi dünyaya bırakılacak bir son imza olduğunu düşünürüm.

yapmaya bazen hevesli bazen mecbur olarak her birimiz ezen ve ezilene dayalı tüketim sisteminin bir parçasıyız. dünyanın her yerinde ve her zaman durum bu. gündüzleri kurumlar için geceleri ise kendimiz için yaşıyoruz. emil michel cioran bu yüzyılda hem evde hem işte çalışıp zihnini, bedenini ve ruhunu kurumlar arasında çürüten kadınları görseydi bir bölümünde de bize yer açar mıydı?
dış dünya her şeyiyle içimizi çürütmeye çalışırken temiz bir aşk hikayesiyle esas olması gereken yeri, kalbimizi hatırlatıp güzelliklere daha çok tutmaya çabaladığınız, iç sesinizle bizi koronuz yaptığınız ve bugüne kadar hissettirdiğiniz, kattığınız her şey için teşekkür ederim.

farklılıklar zenginlikse siz aynı şarkının jean francois michael tarafından söylenen " coupable "sini sevebilirsiniz ben de fairuz tarafından söyleneni. yazın başlamış dizimize gelsin "habbaytak bisayf" (yazın sevdim)

soğuk günlerde, kış günlerinde
denize uzanan rıhtımda ve yalnız sokaklarda
kaldırımlar göl olduğunda, sokaklar suyla dolduğunda
o kız eski evinden geldi,
" bekle beni " derdi adam ona
o da onu yolun üstünde beklerdi
ama adam gider ve onu unuturdu
o solmaya devam ederdi kışla birlikte
seni yazın sevdim, seni kışın da sevdim
seni yazın bekledim, seni kışın da bekledim
ve gözlerin yaz, ve gözlerin kış
ve kavuşmamız sevgilim, kış ve yaz ötesinde imkansız kaldı
yabancı bir kadın bana yazdığın mektubu getirdi
sevdiğim yazmış hüzünden gözyaşlarıyla
açtım mektubu ama harfleri kayıptı
günler geçti ve yıllar bizi birbirimizde daha da uzaklaştırdı
ve mektuptaki harfler kışla birlikte silindi

sabırla okuyan herkese sevgilerimle...

chiliniz...

Paylaş


Oy Ver

8

Yorum Yaz


Giriş Yap Üye Ol

Yorumlar

Yorum Yaz


Giriş Yap Üye Ol
reklam veriletişim • © 2025 YazarOkur Dizi